23 Nisan 1920'de, TBMM'nin açılması, 1876'dan bu yana, parlamentolu bir siyasi hayatın tecrübe edildiği bir ülkede, taze bir başlangıcın habercisiydi. Öyle ki, bu taze başlangıç, Mustafa Kemal Paşa'nın dışında belki de kimsenin düşünemediği bir siyasi rejim değişikliğine giden sürecin de, ilk kilometre taşıydı. Gerçi, Mustafa Kemal Paşa, Sivas Kongresi'nden sonra meclisin Anadolu'da toplanmasını istemişti ama, özellikle Kazım Karabekir Paşa'nın, başkent İstanbul dışında bir meclis toplamanın milli mücadele hareketinin meşruiyetini zedeleyeceğini söylemesi üzerine bundan vazgeçmişti. Ancak, bu fırsat, 16 Mart 1920'de, İngilizlerin İstanbul'u işgal ederek Meclis-i Mebusanı basmaları üzerine doğacak ve bundan üç gün sonra, 19 Mart'ta da, Heyet-i Temsiliye adına "Vilayetlere ve Müstakil Livalara ve Kolordu Kumandanlarına" bir genelge göndererek Ankara'da yeni bir meclisin açılacağını duyuracaktı. Hem de bu meclis " olağanüstü yetkilere sahip milletin işlerini görecek ve kontrol edecek bir meclis" olacaktı. Bu arada, 18 Mart'ta son Osmanlı Meclis-i Mebusanı, "fikir hürriyeti ve vicdan istiklaline bağlı olan bu mukaddes vazifenin emniyetle yapılmasına imkan verecek bir hal ve vaziyetin husule gelmesini bekleyerek umumi toplantıların" ertelenmesini kararlaştıracaktı. Nitekim bu hal, 5 Nisan'a kadar sürecek ve o tarihte ise Sultan Vahdeddin, meclisi kapatacaktı.
Hemen bir çırpıda akla gelen sorular şunlar olsa gerek: Bu meclis niye toplanacak ve hangi adı alacaktı? Sonra, niteliği ne olacaktı? Yoksa, iddia edildiği gibi bir ihtilal meclisi niteliği mi taşıyacaktı? En önemlisi, Mustafa Kemal Paşa, bu konularda ne düşünüyordu? Daha işin başında bu kadar açık edebilecek miydi?Hasıl-ı kelam, işin aslı neydi?
Sondan başlayarak söyleyebiliriz ki, Ankara'da bir meclis açmaktaki amaç, "devlet merkezinin korunmasını, milletin istiklalini ve devletin kurtuluşunu temin edecek tedbirleri almak ve uygulamaktı". Tabiatıyla bu görevi üstlenecek meclis de "olağanüstü yetkilere sahip" olacaktı. Bu ifadeler, Mustafa Kemal Paşa'nın 19 Mart tarihli yeni bir meclis çağrısını yaptığı genelgesinde yazılıydı. Kendi genelgesi olmasına rağmen, bu nitelemeler, Nutuk'da yazdığı üzere Mustafa Kemal Paşa'yı tamamen memnun etmemişti. O, bu meclise "rejim değiştirme"yetkisine sahip olduğunu göstermek için meclis-i müessesan adını vermek istemiş ve uyarılar üzerinde bundan vazgeçmişti. Hatta, 23 Nisan'da Ankara'daki Meclis açılışını duyurmak için 21 Nisan'da yetkililere gönderdiği bir telgrafta, devrin meşruiyet kuralları içinde kalma zorunluluğundan dolayı BMM'nin görevi olarak "vatanın istiklali, makam-ı refi'-i hilafet ve saltanatın istihlası" diyecek ve bununla da yetinmeyerek "Büyük Millet Meclisi'nin açılış gününü Cuma'ya tesadüf ettirmekle o günün kutsallığından istifade ve bütün mevcut milletvekilleri ile Hacı Bayram Camii-i Şerifinde Cuma namazı eda olunarak Kuran'ın nurları ve namazdan da yararlanılacaktır" demek zorunda kalacaktı. Zaten başka türlü davranması mümkün değildi. Çünkü, milletvekilleri dahil çoğu insan için BMM'nin açılmasında amaç, vatan ile Halife Sultan'ın kurtarılması idi.
Dahası, Mustafa Kemal Paşa, yoğun dinî içerikli açılışa istekli olmamasına rağmen bu durumu, devrin şartları ve hassasiyeti gereğince kabul etmek zorundaydı. Üstelik, İstanbul hükümeti, Ankara merkezli hareketi hem, din düşmanı ittihatçı, hem Bolşevik ve hem de hilafete karşı bir hareket olarak ilan etmiş ve bununla da yetinmeyerek 11 Nisan 1920'de Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi'nin fetvasıyla Mustafa Kemal Paşa asi ilan edilmiş ve öldürülmesinin "caiz" olduğu belirtilmişti. Açıkçası, Mustafa Kemal Paşa’nın böyle davranmaktan başka çaresi yoktu.
Mustafa Kemal Paşa bu tavrını BMM'nin açılışından sonra da sürdürmüştü. Öyle ki, 24 Nisan 1920'de, TBMM Reisi seçildikten sonra, mecliste yaptığı teşekkür konuşmasında meclisten "makam-ı hilafet ve saltanatın duçar olduğu esaretten tahlis ve memleketin tamamiyet ve selameti uğrunda her fedakarlığı büyük bir azim ile iktihama karar vermiş olan" olarak sözederken (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri I (I-III), Ankara 1997, s.65), 25 Nisan 1920'de, bu kez BMM Reisi sıfatıyla yayımladığı "Düşman Propagandasına İnanılmaması İçin BMM'nin Memlekete Beyannamesi"nde de Padişah ve Halifeye isyan iddialarına karşılık "Millet Meclisi Halife ve Padişahımızı düşman tazyikinden kurtarmak, Anadolu'nun parça parça şunun bunun elinde kalmasına mani olmak payitahtımızı yine ana vatana bağlamak için çalışıyor. Biz vekilleriniz Cenabı Hak ve Resülü Ekremi namına yemin ederiz ki, Padişaha, Halifeye isyan sözü bir yalandan ibarettir." demek zorunda kalıyordu(Atatürk'ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri IV, Ankara 1991, s.317). Hatta, BMM'nin açılması üzerine 27 Nisan'da Padişaha telgrafla gönderilmiş olan "sadakat arîzası"nda İstanbul'un işgali ve sonrasında yaşanan facialar üzerine durumu araştırmak ve "hukuk-ı Saltanat-ı Seniyyeleriyle istiklâl-i millimizi müdafaa ve temin etmek maksadıyla" Ankara'da BMM halinde toplandıklarını bildiriyordu(Aynı eser, s.320-322).
Görüldüğü gibi Mustafa Kemal Paşa, özellikle BMM'nin açıldığı dönemde, devrin duyarlılığını gözönünde tutmak suretiyle dini söylem yoğunluklu bir üslûbu tercih etmişti. Kendisi olmasa bile çoğunluk, halife-sultanın da kurtarılmasını ümit etmekteydi. Aksine tutum, kendi aleyhine olabilecekti. O yüzden Mustafa Kemal Paşa, devrin icabına göre hareket etmekteydi. Daha sonradan anlaşılacaktır ki, bu tavır bir strateji gereğiydi ve zamanı geldiğinde, kendisinden daha fazla arkadaşları aracılığıyla planlandığı siyasi hamleleri yapmaktan da çekinmeyecekti.
Meclisin Adı ve Yapısı Üzerine:
Şurası bir gerçek ki, Ankara'daki meclisin adı konusundaki tartışmalar, meclisin açılmasından önce yapılmaya başlanmıştı. Nitekim, 11 Nisan'da, Ankara vilayetinde yapılan tartışmalarda, Cumhuriyet tarihçisi İhsan Güneş'e göre, islamistler, meclisin adının "Meclis-i Kebir" veya "Meclis-i Kebir-i Millî" olmasını savunurlarken Türk Ocağı yanlıları "Kurultay", Osmanlıcılar "Meclis-i Mebusan" olmasını istediler. Devrimcilerin tercihi ise "Büyük Millet Meclisi" idi. 21 ve 22 Nisan tarihli Mustafa Kemal Paşa imzalı Heyet-i Temsiliye genelgelerinde Büyük Millet Meclisi adı kullanılırken 23 Nisan'daki tarihi açılışta ise yaşlı üye sıfatıyla Şerif Bey de "Büyük Millet Meclisi"ni açtığını söyleyecekti. Bu tarihten sonraki meclis yazışmalarında ve özellikle Mustafa Kemal Paşa imzalı yazılarda "BMM" adı kullanılacaktır.
Her ne kadar BMM'nin 23 Nisan 1920 tarihli ilk kararı " Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Suret-i Teşekkülü Hakkında Heyet-i Umumiye Kararı" başlığını taşımış ve zaman zaman iç ve dış politikayla ilgili resmi yazışmalarda BMM'nin önüne Türkiye kelimesi getirilmiş ise de bu kullanım sürekli olmamıştır. Ancak, Londra Konferansı öncesinde (1921 Ocak sonu) hem Mustafa Kemal Paşa'nın hem de Tevfik Paşa'nın telgraflaşmalarında karşılıklı olarak "TBMM Reisi" ünvanını kullanmalarıyla birlikte TBMM şeklinde yazılmaya başlanmış ve sonunda, 8 Şubat 1921 tarihli İcra Vekilleri Heyeti Kararnamesi'nden başlamak üzere "TBMM Reisi" veya "TBMM Hükümeti" gibi kullanımlar süreklilik kazanmıştır.
Birinci TBMM, hem seçilme yöntemi ve hem de sosyolojik yapısı itibariyle ilgi çekici bir özelliğe sahip idi. Her şeyden önce bu meclis, iki seçim ve üç çeşit yoldan oluşmuştu. Bunlardan birincisi, son Osmanlı Meclis-i Mebusan seçimleri (Ekim-Aralık 1919) idi. Birinci TBMM, çoğunlukla, son Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nın devamı kabul edilmekte olduğundan İstanbul'dan gelebilen milletvekillerinin kabulü hiç zor olmadı. İkinci seçim ise Mustafa Kemal Paşa'nın 19 Mart çağrısı sonrası Trakya ve Anadolu'da yapılan seçimlerdi. Dolayısıyla I.BMM, iki seçim sonucunda oluşmuş bir meclis idi. Bu meclisin, Meclis-i Mebusan kaynağı, doğrudan İstanbul'dan gelebilenler olduğu gibi Malta sürgünü sonrası gelen vekillerden oluşmaktaydı. Yeni seçilenler de I.BMM'nin diğer kaynağını teşkil etmekteydi.
BMM'nin 23 Nisan'daki ilk açılış gününde 115 milletvekili vardı. Ne var ki bu sayı salt çoğunluğun altındaydı. Sonradan bu sayı artış göstererek 18 Ağustos 1920'da 365'e ulaştı. Yine de BMM'nin üye tam sayısı kesinlik kazanamadı. Bunun sebepleri arasında İstanbul Meclisi'nden gelenlerin sayısının belirsizliği, ölüm, istifa ve izin vardı.
Gerçekten I.BMM, sosyolojik olarak milleti temsil yeteneği çok yüksek idi. Bu meclis, çoğunluğu sivil bürokratlar olmak üzere serbest meslek sahipleri, askerler, din adamları ve eski yerel yöneticilerden meydana gelmekteydi.Görüldüğü gibi I.BMM, farklı toplumsal grupların temsil edildiği bir meclis hüviyetindeydi.Ayrıca eğitim düzeyleri de oldukça yüksekti. Zira milletvekilleri arasında yüksel okul oranı % 60 idi. Buna karşılık medreselilerin oranı ise %19 idi. Bunların % 43'ü, çoğu Fransızca (%22) olmak üzere bir yabancı dil bilmekteydiler.
Meclisin Niteliği
Hemen belirtelim ki, 23 Nisan 1920'de açılan TBMM, anayasa hukuku açısından "Meclis Hükümeti Sistemi"üzerine yönetilmekteydi. Ne demekti Meclis Hükümeti Sistemi? Bu sistem, kuvvetler birliği esasına dayanan yasama, yürütme ve yargı erklerinin meclisin elinde olduğu bir sistem idi. Bir çeşit başbakansız bir hükümeti öngörmekteydi. O zaman hükümet üyeleri nasıl seçilecekti? O da kolaydı: hükümet üyeleri meclis tarafından tek tek seçilecek ve "vekil adını alarak bir İcra Vekilleri Heyeti'ni oluşturacaktı. Bu heyetin başkanı da BMM'nin seçilen başkanı olacaktı. Sözün özü, yasamanın başkanı olan BMM'nin başkanı, aynı zamanda, İcra Vekilleri Heyeti Başkanı olarak yürütmenin başkanı görevini yapacaktı. Böylece, Fransız ihtilali'nin teorisyeni Jean Jacques Rousseau'nun fikri olup Jakobenlerin uyguladığı kuvvetler birliği ilkesinden mülhem olarak meclis hükümeti sistemi BMM üzerinden Türkiye'de uygulamaya geçmiştir.
Diğer taraftan bu ilkeye eşlik eden onun olmazsa olmazı olan bir başka kavramda genel irade veya milli hakimiyet anlayışıdır. Rousseau'ya göre hakimiyet/otorite bölünemez olup bireylerin genel iradeye teslimiyeti bir zorunluluktu. Aslında genel irade, tek tek bireylerin iradelerin toplamı değildir. Teorik olarak bireylerin iradelerini gönül rızasıyla daha üst bir iradeye, genel iradeye devretmeleri anlamına gelir. Gerçekte bu genel irade, meşruluğu açısından bireylere, toplumlara ihtiyacı vardır. Oysa genel irade, "kamu yararı" denilen bir "şey"dir. O gücü elinde tutanın otoritesine ve icraatına meşruluk sağlar. Çoğu zaman anlaşılmazdır. Rousseaucu bu fikirler, milletvekili yemininde yer alan "vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü", "milli irade", "milli hakimiyet" gibi klişe ifadeler şeklinde Türk siyasetinde varlığını sürdürmektedir.
Bütün bu düşüncelere bakarak 1920'lerden bu yana TBMM'nin kuruluşu ve faaliyetleri "ihtilalci" olarak nitelendirilir. Mesela, II.Grup liderlerinden ünlü Ali Şükrü Bey, I.BMM'ni kasdederek " ahval-i fevkaladeden doğmuş bir Meclis'dir ve bunun namı diğeri bir ihtilal Meclisidir" demişti. Aynı şekilde, o devirde, Tevfik Bıyıklıoğlu, TBMM'nin "ihtilalci karakteri"nden sözetmekteydi. Daha sonraları ise Tarık Zafer Tunaya ve Samet Ağaoğlu I.BMM'ni normal bir parlamento değil yasama, yürütme ve yargı yetkilerini elinde toplamasından dolayı "diktatör meclis" olarak tanımlarken Bülent Tanör, İhsan Güneş ve Taha Akyol "ihtilal meclisi" demektedirler.
Tabiatıyla bu düşünceler anayasa hukuku açısından anlamlıdır. Oysa, yürütülen mücadele, bilindiği gibi olağanüstü şartlar içinde geçmiştir. TBMM de bu olağanüstü şartlar içinde açılmıştır. Unutmayalım ki; sözkonusu mücadele, sadece meclis açma, hükümet kurma ve dış ilişkileri yürütme gibi faaliyetlerden ibaret değildi. Milli Mücadele, esasında vatanın işgalden kurtarılması mücadelesidir. Aynı zamanda, meclisin açılmasıyla birlikte şiddeti gittikçe artan bir iktidar mücadelesine dönüşmeye başlamıştır. TBMM'nin Hıyanet-i Vataniye Kanunu ile 16 Mart 1920'den sonra İstanbul hükümetinin yaptığı bütün antlaşmaları geçersiz sayacaklarını açıklayan 7 Haziran 1920 tarihli kararı bunların ikisidir. İstanbul hükümetinin isyancı suçlamasıyla Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına yönelik idam fetvaları da bu cümledendir. Bütün bunlar, Ankara-İstanbul arasındaki siyasi mücadelenin karşılıklı siyasi hamleleridir. Buna rağmen Ankara, yine de temkini elden bırakmayarak vatanın kurtarılmasıyla birlikte halife-sultanın kurtarılmasından da sözetmekten vazgeçmedi. En azından Ankara'da BMM'nin açılma sürecinde böyleydi.
Kanaatimizce, Ankara'da BMM'nin açılması ve sonrası belli bir süreç içinde Mustafa Kemal Paşa ile arkadaşları, her ne kadar sistem ve rejim değişikliğine giden siyasi hamleler yapmışlarsa da yine de mevcut sistemin meşruiyet kurallarına uyma gereğini duymuş olmalarından dolayı, TBMM'nin açılışı ve faaliyetlerini ihtilal kapsamında değerlendirmek mümkün değildir. Çünkü, Yusuf Akçura'nun dediği gibi, ihtilal, kısa süreli, aniden ortaya çıkan kanlı toplumsal ve siyasal olayların adıdır. Tıpkı, Fransız, Bolşevik ve İran ihtilalleri gibi... Bundan dolayı, ortaya çıkış itibariyle, 23 Nisan 1920'de Ankara'da açılan BMM, bir ihtilal meclisi değildir. Aksine, açılış süreci devrin meşruiyet değerlerine "azamî itina ve riayet" gösterilerek yaşanmıştır. En önemlisi, Fransız ihtilal fikir ve yöntemlerini kullanmasına rağmen Mustafa Kemal Paşa, kendi eylemlerine ne Milli Mücadele ne de Cumhuriyet dönemlerinde ihtilal dememiş ve "Türk inkılabı" nitelemesinde bulunmuştur. Üstelik,1925'den sonra ortaya çıkan siyasi, iktisadi ve sosyal gelişmeleri "ıslahat" olarak değerlendirmeyi tercih etmiştir.
Bu durum, I.TBMM’nin bir “İstiklâl Meclisi” olduğu gerçeğini değiştirmez.
Okuma Önerileri
İhsan Güneş, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Düşünsel Yapısı (1920-
1923), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1997.
Bülent Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, YKY, İstanbul 2002.
Taha Akyol, Atatürk'ün İhtilal Hukuku Doğan Kitap, İstanbul 2002.
Mustafa Budak "Amasya Genelgesi Bir İhtilal Bildirisi mi-Analitik
Değerlendirme-", Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, XIX/57, Kasım 2003, s.961-
975.
Yorumlar
Thesera Minton
Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipisicing elit, sed do they eiusmod tempor incidi dunt ut labore et dolore magna aliquat enim ad minim veniam ad minim veniam.
Reply